27 Aralık 2010 Pazartesi

İngiliz Pudingi

Evett sevgili Kadınlar Sitesi takipçileri, daha önce hiç İngiliz pudingi yediniz mi bilmiyorum; ama yemediyseniz mutlaka yemelisiniz. Aşağıda defalarca denenmiş İngiliz Pudingi tarifi mevcut. Tarife tam olarak uygun bir şekilde hazırladığınızda harika bir tadla karşılacaksınız.
Kişi Sayısı : 8 Kişilik
Pişirme Süresi : 15 dk
Hazırlanma Süresi : 60 dk
Malzemeler :
¦ 12 adet etimek
¦ 2 çorba kaşığı reçel
¦ 1 bardak su
¦ 1 adet yumurta sarısı
¦ 1 çorba kaşığı un
¦ 1 çorba kaşığı mısır nişastası
¦ 1 bardak toz şeker
¦ 3 bardak süt
¦ 1 çorba kaşığı margarin
¦ 1 paket vanilya
¦ 15 adet çilek
¦ 1 adet kivi
¦ 1 adet muz
¦ 1 paket jöle
¦ 1 çorba kaşığı şekerleme
¦ 1/2 paket krema

Yapılışı :
Bisküvileri kenarı yüksek cam kaba (kare veya yuvarlak, 30 cm. genişliğinde) yerleştirin. Reçel ile 1 bardak suyu karıştırıp, üzerine dökün. Kenarda bekletin.
Yumurtanın sarısını, un, mısır nişastası ve şeker ile çırpın. Sütü ilave edin. Karıştırarak, muhallebi gibi pişirin. Kaynamaya başlayınca içine margarini ve vanilyayı atıp, karıştırın. Altını kapatın. Mikserle 5 dakika çırpın. Bisküvilerin üzerine kremanın yarısını dökün. Dolapta 1 saat kadar bekletin. Dilimlediğiniz çilek, kivi ve muzu dizin.Jöleyi 2 bardak suyla eritin, üzerine 1 bardak soğuk su koyun.
Jöle soğuduktan sonra kremayı bozmadan, meyvelerin üzerini kapatacak şekilde yavaşça dökün. Dolaba koyun. Donunca, kalan kremayı ekleyin. 30 dakika daha dolapta bekletin. Yarım paket kremayı da üzerine dökün. Tekrar dolapta bekletin.Boncuk şekerlerle süsleyerek, servis yapın.

Evde peeling maskeleri hazırlayın

Cildinizi ölü derilerinden arındırmak ve daha sağlıklıi pırıl pırıl bir cilde sahip olmak için peeling yaptırmanız oldukça doğru bir karar olacaktır. Cilt bakımınız için son derece faydalı olan peeling yöntemini, şayet dışarıda bir güzellik merkezine yaptıramıyorsanız evde kendiniz de peeling maskeleri hazırlayabilirsiniz.

Cildinize peeling yaparak, cildinizdeki ölü deri hücrelerini temizleyebilir, makyaj kalıntılarını yok edebilir ve canlı parlak bir cilde sahip olabilirsiniz. Bunun için kendi evinizde mutfağınızda bulunan birkaç malzemeyi bir araya getirerek harika peeling maskeleri ortaya çıkarabilirsiniz.

Salatalık peelingi

Salatalığın cilt bakımındaki önemini tartışmak yersiz. Cildinizdeki bütün sorunlara fayda sağlayacak olan salatalığı peeling yöntemi için de kullanabilirsiniz. Bunun için bir kâsenin içine 1 çay kaşığı limon suyu, bir adet yumurtanın akı koyun ve çatalla çırpın. Bir adet salatalığı dilimleyip miksere atın ve iyice çekin. Püre haline gelmiş bu salatalığı bir tülbendin içine koyun veya ince telli bir süzgece atın ve iyice bir kabın içine süzün. Ardından süzdüğünüz salatalığı limonlu, yumurta akı karışımının içine koyun ve karıştırın. Bekletmeden bütün karışımı cildinize parmak uçlarınızla masaj yapar gibi sürün ve 20 dakika bu şekilde bekleyin. Ardından soğuk su ile yıkayın.

kuru cilt bakimi peeling

Bunun yanında sevgili Ebru Şallı’nın önerisi olan evde hazırlanabilecek bir peeling tarifini deneyebilirsiniz. Bunun için bir kâsenin içine 1 çay kaşığı irmiği koyun ve üzerine bir çorba kaşığı gül suyu döküp karşıtırın. Son olarak da yeşil çay kremi diye bir krem türü satılıyor, bu yeşil çay kremini aktardan veya eczanelerden alıp 1 tatlı kaşığı yeşil çay kremini bu karışımın içine koyup tekrar karıştırın. Artık hazır olan ev peeling maskenizi temizlenmiş olan yüzünüze masaj yaparak sürün. Bu peelingi göz çevrensize sürmemeye dikkat edin. Dilerseniz sadece yüzünüz değil boyun kısmınıza da sürebilirsiniz. Yüzünüze ve boynunuza sürdüğünüz ev peeling maskenizi 5 dakika cildiniz de tutup, ardından ılık su ile yıkayın.

Siyah noktaları geçirmek için ev peeling maskesi

Özellikle çene, burun üstü, ön yanaklarda türeyen siyah noktalardan kurtulmak için, ev peeling maskesi uygulamak son derece fayda sağlıyor. Geriye iz bırakmadan yok edilen siyah noktalar için, uygulayacağınız ev peelingi maskesi için bir kâsenin içine bir çay kaşığı kil, bir çay kaşığı mısır unu ve evinizde bulunan herhangi bir nemlendirici kremden yine bir çay kaşığı koyup karıştırın. bu karışımı cildinize sürüp 5 dakika kadar çok fazla bastırmadan parmak uçlarınızla ovun. 5 dakika süren peeling masajı ardından yüzünüzü ılık su ile yıkayın. Günde sadece 1 kez yapmanız yeterli gelen bu ev peelingi, bir haftada siyah noktalarınızı yok ettiği gibi cildinizi de parlatacaktır.

Yine ünlülerden peeling tavsiyelerine kulak vermek isterseniz, sevgili Tülin şahin’in ev peeling tarifini deneyebilirsiniz. Bir kâsenin içine bir çay kaşığı zeytin yağ, bir çay kaşığı süt, bir çay kaşığı toz şeker, bir çay kaşığı tuz, bir adet limonun suyunu da ekleyip iyice karıştırın. Bu karışımı yüzünüze masaj yapar gibi ovalayarak sürün. Bu ev peelingi ile hem siyah noktalarınız temizleniyor hamda toz şekerin sayesinde cildiniz parlıyor. Ancak zeytinyağı yerine ben normal bir nemlendirici krem ya da bebek yağlarından bir çay kaşığı koyuyorum, çünkü zeytinyağı kıl köklerini besliyor ve yüzde kıllanmaya sebep olmak istemeyiz.

Yağ yakan yiyecekler

Hızla kilo almanıza neden olan besinlerden uzak durmanız kadar, yağ yakan besinleri de sık sık tüketmeniz hızla zayıflamanız için son derece faydalıdır. Yağ yakan besinleri tespit edip, diyet listenize bu yağ yakan yiyecekleri koyarsanız ve günlük olarak belli oranlarda düzenli olarak tüketirseniz kısa zamanda bir iki beden zayıflayabilirsiniz. Gün içinde ne kadar egzersiz, spor yaparsanız yapın veya bütün gün aç aç dolasanız bile zayıflayamıyorsanız, bir yerde mutlaka bir hata yapıyorsunuzdur. Bu hata da muhtemelen yağ yakan yiyecekleri tüketmiyor olusunuzdur. Gün içersinde kahvaltınız da dâhil olmak üzere her öğününüze yağ yakıcı besinleri koymalısınız. Peki, yağ yakımını hızlandıran ve sizi hızla zayıflatacak olan besinler hangileridir?

Hızla zayıflamak ve yağ yakımını hızlandırmak için hayatınızda kesinlikle bu 4 ana besine mutlaka yer verin. Kırmızı biber, hindiba, greyfurt ve yoğurt bu 4 besin zayıflamak için hızla yağ yakmak için mucize besinlerdir.

Kırmızı biber

Kırmızı biber içindeki “capcaicin” isimli acı madde, vücudunuzdaki kan dolaşımını hızlandırır ve vücut ısısını hızlandırır. Kısacası vücut ısısı ne kadar yükselirse yağ yakımı o kadar hızlanır. Kırmızı biber de vücut ısısını yükselten harika bir zayıflama yiyeceğidir.

Hindiba

Hafif sarı renge çalan bu sebze, içeriğinde kan damarlarına pozitif etki yapan ve hazmı kolaylaştırmaya yarayan ‘intybin’ ya da ‘taraxin’ gibi çok güçlü maddeler barındırıyor. Bu iki mucize madde, vücutta bulunan asitlerin atılmasında ve metabolizmanın hızlı ve düzenli çalışmasında etkin rol oynar. Böylece tatlıya olan istek azalır ve yağ yakımı hızlanır.

Greyfurt

Greyfurt içeriğinde barındırdığı ikincil bitkisel maddeler ve C vitamini sayesinde gerçek bir yağ yakıcı ve zayıflatıcı meyvedir. Greyfurt tüketerek gün içinde yasadığınız açlık krizlerini unutabilirsiniz. Aynı zamanda diyet yaparken yasadığınız aşırı halsiz ve yorgun halinizin yerini enerji dolu bir gün alarak hızla yağ yakabilirsiniz. Bkz  Greyfurt Zayıflatır mı?

Yoğurt

Özellikle göbek eritmek için diyet menünüzde kesinlikle yoğurt olmalıdır. Her öğünde yağsız veya az yağlı yoğurt tüketerek hızla yağ yakabilir ve hızla zayıflayabilirsiniz. Her öğün en azından bir su bardağı yoğurt özellikle dümdüz bir karına sahip olmak için garanti yoldur.

23 Aralık 2010 Perşembe

Gebelikte Tansiyon

Size en uygun doğum yöntemine, doktorunuzla görüşerek, avantaj ve dezavantajları gözden geçirerek birlikte karar vermeniz en doğrusu olacak.

Normal bir tansiyon, sağlıklı olmanın önemli belirtilerinden biridir. Kan basıncının yükselmesine hipertansiyon adı verilir.
Tansiyon dediğimiz kan basıncı, kişiden kişiye göre değişiklik gösterir. Hatta aynı kişide gün içinde bile değişiklikler gözlemlenebilir. Eğer endişe veya üzüntü dolu olursanız veya fiziksel olarak çalışıp yorulursanız tansiyonunuz yukselebilir.

Dinlendiğiniz takdirde de genellikle düşer. Kan basıncındaki bu anı değişiklikler son derece normaldir. Eğer bir insanın tansiyonu uzun sure yüksek kalırsa hipertansiyonun varlığından soz ederiz.

Hamileliğin ilk 3 ayında gebelik hormonlarının damar sistemi üzerindeki etkisi ile tansiyon bir miktar düşebilir hatta çok az bilmen bir nokta da bu düşüsün kronik hipertansiyon dediğimiz gebelik öncesi hipertansiyonu olan hastalarda daha belirgin oluşudur. Birçok hamile kadında 120/80 m altındaki olçüm normaldir. Eğer hamıleyseniz ve en az 3 ayrı zamanda yapılan ölçümlerinizde basıncınız (büyük tansiyon) 140 veya diyastolik basıncınız (küçük tansiyon) 90 çıkmışsa bu yüksek sayılmaktadır.

Kan basıncındaki irili ufaklı oynamalar nedeniyle eğer bir ölçümünüz yüksek çıkarsa bu ölçüm bir müddet sonra tekrarlanmalıdır. Böylelikle bunun normal ölçümünüz olup olmadığından emin olunur. En önemlisi de tansiyonunuz siz dinlendikten sonra ölçülmelidir.

Dikkat: Gebelikte tansiyon ölçümü muhakkak sağ koldan oturur pozisyonda ve uygun genişlikte manşon (tansiyon aletinin kola sarılan kısmı) kullanılarak yapılmalıdır, farklı tarzlarda örneğin yatarak sola uzanarak yapılan ölçümler çok yanıltıcı olabilir.

Eğer hamile kalmadan önce hipertansiyonunuz varsa büyük olasılıkla bunu diyet ve egzersizle kontrol altında tutmaya çalışıyorsunuz veya ilaç kullanarak duruma müdahale ediyorsunuz öyle degıl mı? Her ne şekilde olursa olsun hiper tansiyonu olan bir anne adayıysanız hamilelik surecinde neler yapmanız gerektiğini biliyor musunuz? Tam olarak bilmediğinizi varsayarak bazı noktaları vurgulamaya çalışalım: www.kadinlarsitesi.com

Gebeliğe Etkisi

Hipertansiyon bebeğinize besin ve oksijen sağlayan plasentadaki kan akımını azaltabilir. Yani diğer deyişle gerekli oksijen ve besinin bebeğinize ulaşmasını engelleyebilir. Bu da bebeğinizin büyümesini yavaşlatıp erken doğum olasılığını güçlendirebilir. Hipertansiyon ayrıca plasentanın erken ayrılmasına neden olabilir Çok ender de olsa ölümcül bazı sonuçları da beraberinde getirebilir. Aman lütfen dikkatli olun. Ayrıca bkz GEBELİKTE DÜŞÜK TANSİYON VE BAYILMA

Gebelikte Hipertansiyon

Hipertansiyon gebelikten önce de var idi ise buna kronik ya da esansiyel hipertansiyon deriz. Gebelikten önce kadınların yüzde 5'inde hipertansiyon vardır. Gebelikten önce var olan bu durum gebelik boyunca ve gebelikten sonra da devam edecektir. Uzun sureden beri var olan ve kontrolsuz kronik hipertansiyon tedavi edilmediğinde zamanla kalp damar sorunlarına ve inmeye neden olabilir.

Kronik hipertansiyonu olan birçok kadın gebeliğinden önce ilaç kullanmaktadır. Siz de ilaç kullanıyorsanız bunun gebeliğe bir zararının olup olmadığını doktorunuza danışmanızı öneririz. Kronik hipertansiyonu olan bazı gebelerin tansiyonları hamilelik boyunca normal seviyelerde seyrettiği için ilaç almalarına gerek yoktur. Bazıları ise tansiyonlarını normal seviyelerde tutabilmek için bebeğe zarar vermeyecek ilaçları hekiminin kontrolünde almalıdır.

Dikkat: Hipertansiyonu olan hastalarda kontrolsüz ilaç kullanımı ile tansiyonu da aşırı derecede düşürmek istemiyoruz. Bu bebeğe giden kan akımını ileri derecede bozabilir.

Gestasyonel Hipertansiyon

Bu tansiyon tünme gebelik ile ilişkili hipertansiyon da denir. Gebelikten önce tansiyon sorunu olmayan kadında gebeliğin 2. yarısından sonra ortaya çıkar. Kadınların yüzde 5-8'i hamilelik surecinde görülen hipertansiyona sahiptir. Genelde bu durum doğumdan sonra geçse de, gestasyonel hipertansiyon, gelecekte ortaya çıkabilecek kronik hipertansiyonun habercisi olabilir.
Gestasyonel hipertansiyon da kronik hipertansiyon da preeklampsi (gebelik toksikozu, zehirlenmesi)
denilen da ha ciddi bir tabloya yol açabilir.

Gebeliğe Hazırlık İçin Neler Yapılmalı

Eğer siz de birçok hamile kadın gibiyseniz, hamileliğinizin olabilecek en huzur­lu şekilde geçebilmesi için yaşamınızda neleri değiştirmeniz gerektiğini veya ne­lerin değişmesine gerek olmadığını bilmek istersiniz. Eğer ortalama sağlık stan­dartlarına uyan bir kadınsanız, yaşantınızın normalden çok da fazla uzaklaşma­sının gerekmediğini göreceksiniz.

Kontrollerin bu süreçte çok önemli bir yerinin olduğunu ve hamilelikte öneri­len ideal takip aralıklarının, 28. haftaya kadar ayda bir, 28-36. haftalar arasında 2-3 haftada bir ve 36. haftadan sonra haftada bir olması gerektiğini belirterek sö­ze başlayalım.

Diyelim ki hamilelik sürecinde bazı sorunlarla karşılaşıyorsunuz ve hamileliği­niz “yüksek risk” grubuna giriyor. Bu durumda doktorunuz sizi daha sık gör­mek isteyebilir. Hiç itiraz etmeyin ve hemen endişelenmeyin. Daha sık takip, si­zin ve bebeğinizin sağlığı için bir önlem niteliğindedir. Doktorunuz her şeyin yolunda gittiğinden emin olmak istiyordur.

Planlı ve plansız, yani sürpriz hamilelik olmak üzere iki tür hamilelik modelinin olduğunu düşünürsek, bir kadının hamile olduğunu anlama süreçleri de buna göre farklılık gösterebilir. Eğer bilinçli bir şekilde dünyaya çocuk getirmeye ka­rar vermişseniz ve eşinizle beraber gerekli hazırlıklara başlamışsanız hamile ol­duğunuzu doktor takipleri veya testler sonucunda müjdeli bir şekilde erkenden öğrenebilirsiniz. Ancak, planlarınız arasında bir çocuk yapmak henüz yoksa, regl gününüz geciktikçe heyecanlanmaya başlarsınız. Bir hafta geçer, on gün ge­çer, sonunda, on beşinci günde, ya doktora giderek ya da güvenilir bir hamile­lik testiyle hamile olduğunuzu öğrenirsiniz. Bundan sonrası çok önemlidir. Çünkü ruhsal ve fiziksel olarak yaşayacaklarınız bebeğinizi de etkileyecektir. Özellikle ileri yaş hamileliğinde, yani otuzlu yaşların ortasında, bu sürecin nasıl başladığı anne ve bebek için daha da büyük önem taşıyacaktır. www.kadinlarsitesi.com

Daha sağlıklı olmak için yapmanız gereken birçok şey var ve bunlara özen gös­termeye hamile kalmadan aylar önce başlayabilir ve hamilelik boyunca da de­vam edebilirsiniz. En önemli noktalara değinecek olursak, sigara içiyorsanız, ne yapıp edip lütfen bırakın. Yemekle beraber bir kadeh şarap veya bir bardak bira içme alışkanlığınız varsa lütfen bundan da vazgeçin. Gün içinde tükettiğiniz kahvenin miktarını bir iki fincana indirin ve günde en fazla bir kola için (hatta hiç içmemeye çalışın, olmaz mı?). Son olarak kullandığınız belirli ilaçlar varsa bunları bırakıp bırakmayacağınızı doktorunuza hemen danışın. Alkol ve belli başlı bazı ilaçlar -tümü olmasa da bazıları- sizin bedeninizden plasentaya, yani bebeğin eşince geçerek bebeğinizi etkileyebilir. Hamilelik süresince uygulanması gereken en temel kurallar bunlardır. Ancak ileri yaş hamileleri için dikkat edil­mesi gereken daha ayrıntılı noktalar olabilir ve hazırlık aşamasında önem taşı­yan bazı konular vardır. Evet, şimdi bunlara bir göz atalım isterseniz.

Karnınız burnunuzdayken, kurslara gitmek de nereden çıktı, demeyin sakın… Doğum kurslarına ister tek başınıza ister eşinizle beraber katılmanız, hem sizi doğum anma hazırlayacak hem de bilmediğiniz birçok konuyu öğrenmenize yardımcı olacaktır. Doğum anı ve yeni doğan bakımı hakkında önceden bilgi sa­hibi olursanız, son döneminizde bunları düşünerek heyecana kapılmaktan ve kulaktan dolma bilgilerle paniğe kapılmaktan kurtulursunuz. Ayrıca psikolojik olarak kendinizi doğum ve sonrasındaki sürece hazır hissetmek, ruhsal olarak da iyi olmanızı sağlayacaktır.

Gebelikte Diyabet

Diyabetiniz var ve hamile olduğunuzu öğrendiniz… Bu durumdaki birçok kadın gibi endişeye kapılmadan size anlatacaklarımıza biraz zaman ayırırsanız ve ge­rekli tedbirleri alırsanız kaygılanmanız için neden olmadığını göreceksiniz. Be­bek sahibi olmanın arifesinde olmak zaten yeteri kadar heyecanlı bir durum si­zin için ve büyük ihtimalle taşıdığınız sağlık sorunları nedeniyle bazı korkuları­nız var. Bunlara bir yenisini daha eklemek yerine, bilgi sahibi olup doktorunu­zun tavsiyelerini dinleyerek sağlıklı bir bebek dünyaya getirebilirsiniz.

Diyabeti olan bir anne adayı olarak elbette ki bazı komplikasyonlarla karşılaşa­bilirsiniz, ama bunlarla mücadele etmenin yolunun sizden ve iyi bir ekip çalış­ması yapacağınız doktorunuzdan geçtiğini unutmayın. Doktorunuz gebeliğiniz boyunca diyabetin yakın takibi için ek olarak bir endokrinoloji uzmanı, diyetis­yen ve diyabet hemşiresi ile yakın temasta olmanızı isteyebilir.

Diyabetinizin hamilelik sırasında mı oluştuğu yoksa önceden mi var olduğu te­davinin geleceği açısından önemlidir. Doğru bir tedavi programıyla hastalığını­zı kontrol altında tutabilir ve bebeğinizi sağlıklı bir şekilde dünyaya getirebilir­siniz. Bunun için yapmanız gereken ilk şey, kan şekeri seviyenizi kontrol altın­da tutmaya çalışmaktır. Bunun neden gerekli olduğunu biraz ayrıntıya girerek açıklayalım…

Diyabet, vücudun insülin üretmesi veya kullanması ile ilgili bir sorunla karşıla­şıldığı zaman ortaya çıkar. İnsülin, besinlerde bulunan glukozun vücut tarafın­dan kullanılmasını sağlayan bir hormondur. Glukoz ise, vücudun en önemli enerji kaynağı olan bir şekerdir. Vücut, yeterli insülm üretemediği veya insülini düzgün kullanmadığı zaman, kandaki glukoz seviyesi çok yükselir. Vücuttaki glukoz seviyesi çok yükseldiği zaman sağlık sorunları meydana gelir.

Diyabet, özellikle hamilelik sırasında aşırı özen gösterilmesi gereken bir durum­dur. Hamile olmayan kadınlarda görülebildiği gibi, hamilelik sırasında da ilk de­fa görülmeye başlayabilir. Ayrıca  DİYABET HASTALARI HANGİ DURUMLARDA DOKTORA GİTMELİDİR?

Gebelikte Preeklampsi

Preeklanıpsi (gebelik toksikozu, zehirlenmesi)
Daha önce belirtik bazen kronik hipertansiyon veya gebelik ile ilişkili hipertansiyon preeklampsiye dönüşebilir. Preeklampsi hipertansiyon ve böbrek sorunlarına işaret eden idrarda protein görülmesi ve ödem ile seyreden ciddi bir sağlık sorunudur. Hipertansiyonu olan her dört hamile kadından birinde preeklampsi ortaya çıkabilir. Hipertansiyona ve idrarda görülen proteine ek olarak ellerdeki ve yüz bölgesindeki şişmeleri ani kilo alımını ısrarcı baş ağrılarını görme bulanıklığını ve sağ üst kadran ağrısını bu hastalığın belirtileri olarak sayabiliriz.

Preeklampsinin oluş nedenleri ve mekanizmaları tıp dünyası için hala bir muammadır. Genel kanı bebeğin eşi yani plasenta rahim içine yerleşirken birtakım nedenlerle oksijen azlığının ortaya çıktığı ve bunun ürünü toksinler nedeniyle de bu hastalığın oluştuğudur. Hastalığın engellenmesine yönelik pek çok çalışmanın yapılmasına karşın henüz net sonuçlar elde edilememiştir. Bazı riskli gruplar da (önceden şiddetli preeklamspı öyküsü olan gebeler diyetinde kalsiyum alımı az olan gebeler vb ) düşük dozda aspirin ve ilave kalsiyum verilmesinin hastalığın ortalığa çıkışını engellediğine dair bazı kanıtlar vardır. Ancak bu durumlarda tedaviye çok erken gebelikte başlanmalıdır, geç tedavi fayda etmeyebilir.

Preeklampsı kimlerde sık görülür?

• İlk kez gebe olanlar
• Br önceki gebeliğinde preeklampsi geçirenler
• Kronik hipertansiyon öyküsü olanlar
• 35 ve üstü yaşlarda olanlar
• Çoğul gebelik olanlar
• Diyabet ve böbrek hastalığı olanlar
• Kilolu olanlar
• Lupus gibi bağışklık sistemi ile ilgili hastalığı olanlar

Preeklampsi kısa sure içinde eklampsiye dönüşerek yaşamı tehdit edebilir. Bir çok organ hasarı ile seyreden bu durum nadir gorulur. Bu durum nobet geçirmeyle ya da nadiren komayla sonuçlanabilir. Size preeklampsi tanısı konursa hastalığın şiddetine göre evde veya hastanede yatarak yakın takıp önerilecektir. Eğer doktorunuz gerekil görürse veya durumunuzun ciddiyetinden endişe ediyorsa suni sancı vereıek ya da sezaryenle erken doğumu önerecektir. Ayrıca bkz. Gebelikte Hipertansiyon ve Gebelikte Tansiyon

Gebelikte Astım

Hamile kadınların iki kişilik nefes aldıklarını düşünürsek, hamilelik sırasında görülen astım hastalığının önemini yeterince ifade etmiş olur muyuz, sizce? Üs­telik karnın büyümesi ile akciğerde oluşan bası, astımı da olan bir gebede soluk alıp vermeyi iyice güç hale getirmektedir. Astımın tabiatında zaten dış ortamlar­da bulunan alerjenler, sigara dumanı, duygusal nedenler, soğuk havaya maruz kalma, egzersiz gibi tetikleyenlerle havayollarm daralması yatar.

Durum böyle olunca bedeninizin gebelik boyunca oksijensiz kalmaması, dolayısıyla bebeğini­ze yeterince oksijen ulaşması için çok tedbirli davranmanız gerektiğini belirte­rek başlayalım… Ama eğer astım hastalığı kontrollü bir şekilde seyrederse, ha­milelik sırasında bir komplikasyonla karşılaşmayabilirsiniz. Kontrol altına alın­mayan astım ise, anne adayında ve fetusta oksijen yetersizliğine bağlı ciddi so­runlara yol açabilir. Eğer astımınız varsa ve hamile kalmayı planlıyorsanız veya hamileyseniz, bu konuyu mutlaka doktorunuzla konuşun.

Gebelikteki Seyri
Astımlı gebeleri üç gruba ayırabiliriz: Astımlı hamile kadınların üçte birinde, be­lirtiler geriler. Diğer üçte birlik bölümde, zaten var olan astım belirtileri devam eder. Ve son üçte birlik kesimde bu belirtiler daha da kötüleşir. :
Eğer astımınız yeterince kontrol altına alınmazsa ve ciddi seyirli olursa, annenin ve bebeğin karşılaşabileceği birçok risk bulunmaktadır:

Bebekteki riskler:
• Erken doğum, prematürite
• Bebekte gelişme geriliği
• Düşük doğum ağırlığı
• Bebeğin kaybı
Annedeki riskler:
• Preeklampsi ?
• Aşırı kusma
• Vajinal kanamalar
• Annenin kaybı

Ortalama gebeliklerde bebek kaybı riski % 1 oranında iken astımı olan gebeler­de bu risk % 1,5'a çıkabilmektedir. Ancak tüm bu riskleri iyi bir doğum öncesi takibi ve astım kontrolü ile en aza indirmeniz zor değil… www.kadinlarsitesi.com

Gebelik Takibi
“Astımım ne kadar kontrol altında?” Bu soruyu kendinize daha gebe kalmadan evvel sormalısınız. Çok keskin çizgilerle çizmeyelim ama, astımınıza bağlı haf­tada 1-2'den fazla şikayetinizin olmaması gerekir. Gece uykunuzu ayda 1-2 ke­reden fazla rahatsız etmemelidir. Uzun zamandır sizi acile götürecek kadar cid­di bir atağınızın olmamış olması gerekir. Astımınızın ne kadar kontrol altında olduğunu, özellikle hastalığınızı takip eden göğüs hastalıkları doktorunuz ile detaylı bir şekilde görüşmeniz gerekir. Doktorunuz sizi gebe kalmadan evvel de­ğerlendirerek ve gerekirse solunum fonksiyon testleri uygulayarak en uygun planı oluşturacaktır.

Gene de biz bir hatırlatalım:
• Astımınızı tetikleyenlerden uzak durun
• İlaçlarınızı aksatmayın
• Sigara içmeyin, pasif içici olmayın
• Egzersizi doktorunuza danışarak yapın

Doktorunuz gebeliğiniz boyunca sık sık ultrason ve non-stres test uygulamaları ile bebeğiniz için her şeyin yolunda olup olmadığını kontrol edecektir. Sizden gün içindeki bebek hareketlerini kontrol etmenizi isteyecektir.

Gebelikte Tedavi
Astım ilaçlarının büyük çoğunluğu hamilelikte kullanmak için güvenlidir. Hat­ta rahatlıkla emzirebilirsiniz de… Kontrol altına alınmayan astımın vereceği za­rar, ilaçların bebeğe vereceği zarardan kat kat fazladır. Bu süre boyunca dokto­runuz tedaviniz kapsamında ilaçlarınızı değiştirebilir veya durumunuza göre ye­ni dozlar önerebilir. Bu noktada hemen altını çizelim, gebe kaldığınız için, dok­torunuza danışmadan, aniden ilaçlarınızı kesmeyin ya da dozları ile oynamayın! Gebelikten önce aşı tedavisine başlanmışsa, doktorunuz ile görüşerek devam edip edemeyeceğinizi belirleyin.

22 Aralık 2010 Çarşamba

Epilepsili Gebe Kadınlar Nelere Dikkat Etmeli

Gebe Üzerindeki Riskler
Eğer epilepsiniz varsa, henüz hamile kalmadan önce doktorunuzla mutlaka gö­rüşmeli ve önlemleri en baştan almaya başlamalısınız. Çünkü biliyoruz ki, gebe­lik döneminde, epilepsisi olan kadınların % 25'inde nöbetler azalır ya da kaybo­lur. Ne var ki kadınların % 25'inde de nöbetler özellikle ilk trimesterde sıklaşabilir.

Bu süreçte karşılaşabileceğiniz komplikasyonları, vajinal kanama ve plasentanın rahimden erken ayrılması olarak sıralayabiliriz. Suyunuzun erken gelmesi ve ha­milelikle bağlantılı olarak yüksek tansiyonla karşılaşmanız da olası durumlar arasındadır.

Hamilelik sırasında gideceğiniz rutin doktor kontrollerinde kilonuzun ve tansi­yonunuzun ölçülmesinin yanı sıra, kan testi ile ilaç kan düzeyiniz takip edile­cektir.

Epilepsisi olan bir hamile olarak nöbet geçirebilirsiniz; sakın gereksiz yere kor­kuya kapılmayın. Nöbetler zararlı ve tehlikeli olabilir ama bu durumdaki birçok kadının buna rağmen sağlıklı bebekler doğurduğunu da bilimsel verilerden bili­yoruz, o nedenle lütfen paniğe kapılmayın. Nöbetlerinizi mutlaka doktorunuza bildirin, tedavi önerileri de buna göre değişiklik gösterebilir. Eğer hamileliğini­zin son aylarında nöbet geçiriyorsanız, doktorunuz ultrason ile bebeğinizin du­rumunu kontrol etmek isteyebilir.

Epilepsisi olan gebe, kendine iyi bakmalı

• Epiiepsi ilaçlarını aksatmadan kullanın
• İlaçlarınızı aniden kesmeyin ve hekiminize danışmadan dozları ile oynamayın
• Sağlıklı beslenin ve vitaminlerinizi düzenli alın
• Düzenli egzersiz yapın ve stresinizi kontrol altında tutun
• Yeterli miktarda uyuyun
• Sigara, alkol kullanmayın

Sevgili Anne Adayları Şu Sayfalarımızı da Mutlaka Okuyun:

Sara İlaçları ve Gebelik

Hamilelikte Sara Hastalığı

Sivilce Gibi Bir Yara Çıktı Ama Geçmiyor

Sivilce gibi bir yara çıktı ama geçmiyor
Soru: 67 yaşında 20 yıldır adet görmeyen, 2 doğum yapmış bir kadınım. Son 3 aydır dış genital organımda bir sivilce gibi başlayıp bir türlü geçmeyen ve hatta büyüyen bir yara çıkıyor. Ancak bu yara herhangi bir ağrıya sebep olmuyor. Bir de kaşıntım var. Çeşitli yara kremleri kullandım ama geçmedi. Ne yapmam gerekiyor?
Cevap:
Menopoz yaşından sonra dış genital organlarda görülen yaralar ihmal edilmemeli ve mutlaka bir uzman tarafından değerlendirilmelidir. Çoğu kez hiçbir sivilce veya yara dahi olmasa basit bir kaşıntı ile başlayan şikayet giderek artar ve iyileşmeyen bir yara haline gelebilir. Dış genital organın kötü huylu tümörleri için tipik bulgu budur. Şimdi okuyucumuzun mutlaka böyle bir durumu vardır demek istemiyorum ama gidip muayene olmalı. Gerekiyorsa o yaradan biyopsi alınmalı. Hastalığın adı konup tedavi ona göre planlanmalı. Bu iş için jinekolojik onkoloji yapılan bir yere müracaat edilirse bence daha uygun olacaktır.

Mantar Nasıl Tedavi Edilir?

Soru: 3 aylık hamileyim. Hamileliğimin başından beri mantar var. Doktorum “Bebek 4 aylık olana kadar tedavi edemem” dedi. Ben bu durumdan rahatsız oluyorum. Çok dikkat ediyorum, eşimle cinsel ilişkiyi unuttuk. Şimdi tedavi olmamın bebeğe ne zararı olabilir? Hamilelikte neden böyle bir durumla karşı karşıyayım? Bir daha yaşamamak için nasıl hareket etmeliyim?

Cevap: Hamilelikte vajinada meydana gelen değişiklikler nedeniyle mantar enfeksiyonlarının oluşması kolaylaşır. Eğer şikayetiniz çok ise lokal sürülebilecek kremler ve dıştan kullanılacak pansumanlar size yardımcı olabilir. Gebeliğin erken dönemlerinde bebeğin organları gelişirken çok gerekmedikçe pek çok doktor hastasına ilaç vermek istemez. Çünkü yıllarca zararsız zannedilen ilaçların bebeğe bazı etkileri olduğu yıllar sonra ortaya çıkabilmektedir. Doktorunuz da bu nedenle size sistematik kullanılacak ve bebeğe etkisi kesin olarak bilinmeyen bir ilacı vermek istememiş.

Ayrıca bkz.  Akıntı ve Kaşıntı Var, Mantar Olabilir mi? , Vajinada Kaşıntı

10 Yıl Önce Adetten Kesildim

Soru: 43 yaşındayım. 10 yıl önce birden adetten kesildim. Aynı anda depresyon yaşadım. Tedavim hâlâ devam ediyor. 7 yıldır östrojen hormonu kullanıyorum. Her yıl kontrolden geçiyorum. Bir sorunum yok. Aldığım ilaca devam etmeli miyim? Bu ilacı ne kadar kullanmam gerekiyor? Bırakırsam yeniden depresyon şikayeti ortaya çıkar mı?

Cevap:Çok erken yaşta menopoz oluşmuş. Bunda depresyonun da rolü olabilir. Menopozda hormon tedavisi günümüzde hâlâ tartışılan bir konu. Her yıl (Menopozdaki birinin eğer imkanları müsaitse 6 ayda bir kontrolü çok daha güvenli olmaktadır) kontrollerini yaptırıyor, mamografisi çekiliyorsa ilacı kullanmaya devam edebilir. Ailede meme kanseri hikayesi olanlar veya mamografide şüpheli lezyonlar saptananlar için hormon kullanılmasında ısrara gerek yok. Hormon tedavisinin kadın psikolojisi üzerine de olumlu etkileri var. Kadın doğum uzmanı bir sakınca görmüyorsa psikiyatristinizle konuşun.

Sağ mememde ağrı var

Sağ mememde ağrı var
Soru:52 yaşında, 4 yıldır menopozda olan bir kadınım. Menopozu çok rahat atlattım. Hiçbir şikayetim yoktu. 3-4 aydır sağ mememde ağrı oluyor. Uzun zamandır doktora gitmiyorum ama memelerimi sık sık kontrol ediyorum. Bu ağrı neden olabilir?

Cevap: Değerli ziyaretçimiz meme ağrısından şikayetçi. Kadınlarda görülen kötü hastalıkların pek çoğu menopoz öncesi veya hemen sonrasında çıkıyor. Bu dönemde her kadın mutlaka en az senede bir doktor kontrolünden geçmeli, smear denen akıntı tahlili yaptırmalı. Genel olarak muayene olduktan sonra memeler de muayene edilmeli, her sene mamografi dediğimiz meme röntgeni çektirmeli. Siz bunların hepsini atlamışsınız. Pek çok hastalıkta erken dönemlerde hemen hiç şikayet görülmüyor. Yani şimdi “Bir şikayetim yok” demek hiçbir hastalığım yok anlamına maalesef gelmiyor. Sizin durumunuza gelince; memedeki ağrı çoğu zaman kötü bir hastalığın habercisi değildir (Keşke o tip hastalıklar işin başında ağrı verse de biz de erken teşhis imkanı bulsak) ama size önerim kendinizi çok iyi de hissetseniz de lütfen jinekolojik muayenenizi yaptırın, yılda bir mamografinizi çektirin. Üzülerek söylemem gerekiyor ki 8 kadından biri meme kanserine yakalanıyor. Biz bunun için ısrarla bu kontrolleri istiyoruz.

Adet Görmedim

Soru: 19 yaşındayım ama hiç adet görmedim. Benim sorunum ne olabilir? Nişanlıyım, yakında evlenceğim. Nasıl bir yol izlemem gerekiyor? Bu hastalık ileride çocuğumun olmamasına sebep olur um?

Cevap: Sevgili ziyaretçimiz, 19 yaşında olduğunuz halde adet olmamanız sizin de tahmin ettiğiniz gibi normal değil. Neden adet görmüyorsunuz? Bunun cevabını verebilmek için sizin muayeneden geçmeniz, bazı hormon testlerinin yapılması gerekir. Bugüne kadar keşke muayene edilip neden adet olmadığınızın cevabı bulunsaydı, Çok kısaca anlatmak gerekirse. Genital organların gelişmesinde bir sorun olabilir, bazı hormonların az çalışması (Tiroid bezi ve yumurtalıkların), bazı hormonların fazla olması (Prolaktin hormon) gibi durumlar ortaya çıkmış olabilir. Buluğ çağında memelerin gelişmesi ve belli bölgelerde tüylenmenin olması bu tip hastlarda ilk bakılacak noktalar olmaktadır. Ultrason muayenesi ile rahmin ve yumurtalıkların durumu hakkında bilgi sahibi olunabilir. Gerekli hormon testleri de yapılarak adet olmama nedeni ortaya’çıkarılabilir. Bazen genetik araştırmaya da gerek duyulabiliyor. Bence bir an önce bu işlere başlayın, sevgiler. Ayrıca Adet sayfamıza bakınız.

Akıntım Var, Acaba Hamile Olduğum İçin mi?

Akıntım var, acaba hamile olduğum için mi?
Soru:Ben 24 yaşında, 5 aylık bir hamileyim. Koyu ve sarı renkli bir akıntım var. Bir de koku var. Bu akıntının nedeni nedir? Ayrıca cincel organımın üst ve alt dudağında, birden çok, küçük küçük yağ bezesine benzeyen oluşumlar var. Yanma ve kaşıntı yapıyor. Bunun nedeni nedir? Gebelikten mi kaynaklanıyor. Beni bilgilendirir misiniz?

Cevap:Gebelikte vajinal akıntının artması sık görülür. Bu artış gebelikte ortaya çıkan aşırı hormonların etkisi ile olmaktadır. Gebelikte vajinanın asit-baz dengesi (Florası) biraz değiştiği için de özellikle, mantar enfeksiyonlarının oluşması kolaylaşır. Mantar, akıntı ve kaşıntı ile kendini belli eder. Ama sizin anlattığınız,bu durum sanki biraz farklı. Bir başka enfeksiyon olabilir. Muayene olursanız doktorunuz gerekli araştırmayı yaptıktan sonra eğer gerekiyorsa ilaç tavsiyesinde bulunur. Küçük yağ bezesine benzettiğiniz oluşumlar ise belki hakikaten ufak yağ kistleri veya bazı virütik hastalıklar sonucu oluşan değişiklikler olabilir.

Adet Kanamasını Geciktirmek Mümkün mü?

Soru: 25 yaşındayım, arkadaşlarımın istedikleri zaman adetlerini geciktirdiklerini duydum. Böyle bir şey mümkün mü? Ben de o ilaçtan kullansam zararı olur mu?
Cevap: Adet kanamalarını geciktirmek mümkün. Verilecek hormon ilaçları adet kanamalarını 10-15 gün hatta daha uzun süreler ileri bir tarihe atabilir. Ama arkadaşlarınız canları istedikçe bu ilaçları alıp kanama tarihleri ile oynadıkları yönünde bir izlenim aldım sorunuzdan. Bu ilaçların sık kullanılması hele doktor kontrolü olmadan kullanılması hiç doğru değil. Adet sancıları çok olan biri için (Aslında bunun tedavi edilmesi gerekir ama…) mesela önemli bir imtihan dönemi için veya senede bir gideceğiniz 15 günlük tatil için doktorunuza sorarak bu tip ilaçları kullanabilirsiniz ama hepsi o kadar.

Myom ameliyatı olurken belden uyuşturdular…

Soru: 40 yaşımdayım. 2.5 ay önce myom ameliyatı oldum. Belden uyuşturdular, özellikle sabahları dizlerimden aşağısı çok ağrıyor. Bu belden yapılan iğneden kaynaklanıyor olabilir mi? Eğer iğnedense ne zaman geçer, ne önerirsiniz?
CEVAP
Belden yapılan uyuşturmanın (Epidural anestezi) bahsettiğiniz şikayetleri yapacağını sanmıyorum. Genellikle ameliyat sonrası nekahat döneminde gözlenen halsizlik şikayetlerine benziyor. Doktorunuzla görüşün, başka özel bir durum yoksa yürüyüş ve cimnastik yararlı olabilir.

Rahim Ağzı Yarası ve Polipi Sorun Yaratır mı?

Soru: 38 yaşındayım. 5 ay önce rahim ağzında olan polipi ve yarayı aldılar. Bana da “40 gün içinde hamile kalabilirsin” denildi. Hamile kaldım ama aldırdım. Tekrar hamile kalmam için ne kadar beklemem doğru olur? Doktor yaramın hâlâ olduğunu söyledi. Kanamam da olduğu için fitil verdi. Eşimle cinsel ilişkiye girdiğimde bazen kanamam oluyor. Smear testi yapıldı. Doktorum “6 ay sonra gel, yarayı kontrol edeceğiz” dedi. Ama yara küçük de olsa vücut için tehlikeli değil mi?

Cevap: Rahim ağzındaki yaraların tedavisinden önce mutlaka smear testi yapılmalı. Basit bir yara zannedilerek yaranın yakılması veya dondurulması eğer yara hücre değişikliklerine nedeni oluşmuşsa (Prekanseröz -kanser öncesi – bir lezyon ise) hasta için felaket olabilir. Bu nedenle smear şart. Hatta gerekirse kolposkop denen, rahim ağzını büyüterek gösteren aletle de inceleme yapmak gerekir. Bugün şüpheli her durumda biz rahim ağzındaki yaraları yakmak veya dondurmak yerine çok ufak bir operasyonla çıkarıp patolojik incelemeye yollamayı tercih ediyoruz. Bana göre hâlâ ilişki sonrası kanama olması pek normal değil.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Gebelikte Alkol Kullanımı

Eğer henüz hamile değilseniz ve önümüzdeki yıl yaşamınıza yeni bir can katma­yı planlıyorsanız, bu süreçte limitinizi kontrol altına alarak alkol kullanabilirsi­niz. Unutmayın ki, fazla alkol tüketimi, erkekle kadının cinsel birleşmesini de olumsuz etkileyebilir.

Eşinizin yoğun alkol kullanımı spermlerinin kalitesini düşüreceğinden, onu da bilgilendirmenizde ve bu konudaki bilgiyi doktorunuz­dan beraber almanızda yarar var. Hamile kalmadan önce “akşamcılar” gibi ol­mak (günde 6 kadehten fazla içmek) döllenmeyi engelleyebildiği gibi, erken dü­şük olasılığını da beraberinde getirir. Eğer hamileyseniz ve bu durumu henüz bilmeden alkol kullanmaya devam etmişseniz bebeğinizin bundan nasıl etkile­neceğini merak ediyor olabilirsiniz. Merak etmeyin; bu süre içerisinde bebeği­nizde olumsuz gelişime neden olacak etkenler henüz oluşmamıştır.

Hamilelik süresince alkol kullanmak, bebeğin rahim içindeki gelişimini, doğu­munu, bebeğin çocuklukta ve ergenlikte yaşayacağı sağlık sorunlarıyla mücade­le etmesini ve ergenliğe kadarki öğrenme yeteneğini olumsuz etkileyebilir.

Hamilelikte alkol kullanan kadınlar, açık bir şekilde, bebeklerini “fetal alkol sendromu” ile karşı karşıya getirir. Bu sendrom, fiziksel, zihinsel ve davranışsal birçok sorunun bir arada bulunması anlamına geliyor. Bunlardan bazıları geli­şim sorunları, kalp sorunları, zihinsel gerilik veya yüzde ya da organlarda anor­mallikler olarak sıralanabilir. Bunun yanı sıra beynin gelişimini de olumsuz et­kileyerek, hafıza, öğrenme, konuşma ve davranış eksiklik veya bozukluğuna da yol açabilir. Fetal alkol sendromu olan bir bebekte, kısa boy, düşük kilo, küçük kafa yapısı, eklem ve organlarda sorunlar, yüzde anormal oluşumlar ve kalp has­talığı görülebilir. Ender olarak kulak enfeksiyonları, diş sorunları ve görme bo­zukluğu da ortaya çıkabilir. Ve ne yazık ki, günümüzde fetal alkol sendromunun tedavisi yok. Alkolün bebeğin gelişimi üzerindeki olumsuz etkilerinden bi­ri, bebeğin az gelişmesine neden olmasıdır. Buna tıp literatüründe “rahim içi ge­lişme geriliği” (İUGG-intrauterin gelişme geriliği) adı verilmektedir. Alkol kul­lanımının yol açabileceği en ciddi sonuçlar ise düşük ve erken doğumdur.

“İçkiyi az için, bu sorunlar azalır” demek de ne yazık ki mümkün değil. Çünkü tıp, ne kadar içildiğinde bu sorunlarla karşılaşıldığını tam olarak bilemiyor. Ha­milelikte, bebeğiniz sizin kanınızda bulunan her şeyi alır; bu kadar basit yani!

Dolayısıyla aldığınız alkol, plasentadan ona geçer. Yetişkinlerde, fazla alkol tü­ketiminde karaciğer alkolle mücadele etmeye çalışır. Bazen başarılı olur, bazen olamaz. Bebeklerin karaciğerleri ise alkolle mücadele etmede yeterli değildir. Düşünsenize, o daha minicik!..

Bilimsel araştırmalar, her gün düzenli içmenin veya bir kerede aşırı düzeyde al­kol almanın ciddi komplikasyonlara neden olabileceğini gösteriyor. Ancak, ara­da bir veya özel günlerde bir kadeh içmenin bebeğe bir zararının olmadığını öne sürenler de var. Eğer, “Hayır, benim vazgeçmem çok zor” diyorsanız, o zaman kontrollü olarak ve sağduyunuzu kullanarak, alkol tüketim düzeyinizi bir şekil­de kararında tutabilirsiniz. Bazı hekimler, hastalarına özellikle ilk trimesterde içmemelerini, çünkü bu dönemde bebeğin organ sisteminin şekillendiğini ve teh­likeye açık olduğunu söylerler. Bu dönemden sonra ise haftada bir iki kadeh sı­nırlaması getirirler. Siz de doktorunuz ile konuşarak kendinize uygun bir plan yapabilirsiniz. Ama, en iyisi tabii ki hiç içmemek.

Nasıl Beslenmeliyiz?

Bilimsel öğütlerden çok, reklamlara ve çevrenin etkisine göre yiyecek seçilmektedir. Bu yanlıştır. Yediğimiz besinleri satın alırken birçok faktörün etkisinde kalırız. Bireysel tercihlerimiz, dükkânlarda, marketlerde, lokantalarda, büfelerde gördüklerimiz, reklamlar, ana babalarımızın, dostlarımızın, komşularımızın yiyecek konusundaki tercihleri; bütün bunlar bizi etkiler. Oysa çevremizde bizi etkileyen pek çok kişi ve kurum sağlıklı beslenmenin ne olduğunu bile bilmemektedir. İşte bu nedenden dolayı yiyecek seçerken başkalarını taklit etmek, insanı yanlış yollara götürmektedir.

Besleniyoruz da Ne Oluyor!..

Neler olmuyor ki. Atalarımız “can boğazdan gelir” diye buyurmuşlar. Aslında fevkalade doğru bir söz. Ancak, eski çağlardan bu yana, bilim adamları, gözlemleri ve bilimsel araştırmaları ile canın boğazdan da gittiğini göstermişler. Buyrun bakalım; bir yanda atalarımız, bir yanda bilim adamları. Bizler de ortada.

Canınızın her çektiği şeyi yemeden “yaşıyorum” diyebilir misiniz? Tıbbın babası sayılan Hippocrates, ondan sonra gelen Celcus, belirli besinlerin çok yenmesinin sağlığı bozduğunu, diğer bazı besinlerin de sağlık için gerekli olduğunu, belirli bir düzene göre beslenilmesi gerektiğini yirmi yüzyıl önceden bildirmişlerdir. İnsan sağlığıyla ilgilenen bilginler; oburluğun, gelişi güzel yemenin sağlığı bozduğunu keşfetmişlerdir. Hatta Türk bilgini İbni Sina, oburluğun, yani sadece haz duyma amacı ile beslenmenin, sağlık üzerindeki zararlarını açıklayarak, bilimsel araştırmaların ışığında bugün de geçerli olan öğütlerde bulunmuştur.

Kimi bilgiç geçinen insanlar katkısız, hormonsuz, ilaçsız, arıtılmış besinlerle sağlıklı beslendiklerini savunarak böbürlenirler. Kimileri ise insanları et yiyenler, ot yiyenler şeklinde gruplaştırarak et yiyenlerin ot yiyenlerden daha üstün olduğunu ileri sürmektedirler.

Peki ama, beslenme nedir? Nasıl beslenelim?
Ot mu yiyelim, yoksa et mi yiyelim, yoksa canımız ne çekiyorsa onu mu yiyelim? diye sorabilirsiniz. Biz de yazımızda bu duruma bir nebze olsun açıklık getirmeye çalışacağız. Beslenme, açlık duygusunu bastırmak ya da sadece canının çektiklerini yemek değildir. Beslenme, insanın büyüme, gelişme, sağlıklı ve üretken olarak uzun süre yaşaması için gerekli olan öğeleri alıp vücudunda kullanmasıdır.

Bu tez nasıl gerçekleşebilir?

Bu tezin gerçekleşebilmesi için, iyi bir beslenme sistemi kurmak gereklidir. Bunun için de, değişik tür besinlerin, sağlık ve temizlik kurallarına uygun olarak saklanması, hazırlanması, pişirilmesi ve bir arada tüketilmesi sağlanmalıdır. Ancak bu şekilde yeterli ve dengeli beslenme yolunda çok önemli adımlar atmış oluruz. İsterseniz “karışık beslenin” sloganımızı birkaç örnek vererek pekiştirelim.

Sadece et yiyenlerin diyetlerine baktığımızda, kalsiyum ve C vitamininden yetersiz beslendikleri, buna karşılık hayvansal besinleri tüketmeyip, yalnızca tahıl ve sebzelerle beslenenlerde de elzem aminoasitlerin (yağ asiti / protein) yetersiz kaldığı gözlenmektedir. Öte yandan, Amerika’da fosiller üzerinde yapılan bir araştırmada, mısır tarımının gelişimine paralel olarak insan bedeninin küçüldüğü, protein ve demir yetersizliklerinin oluştuğu gözlenmiştir.

Aynı zamanda mısır unundaki B kompleksi vitaminlerin, buğday ununa oranla çok daha düşük olması nedeniyle, mısır unu ağırlıklı beslenen insanların daha sinirli olduğu söylenmektedir.

İnsan, kendi vücut proteinleri için gereksindiği bazı aminoasitleri diğerlerinden yapamaz. Vücudun diğer aminoasitleri kullanarak yapamadığı bu aminoasitlerin yiyeceklerle aynen ve gereksindiği kadar alınması zorunludur. İnsanlar için sayısı sekiz olduğu sanılan bu aminoasitlere elzem (esansiyel) aminoasitler adı verilmektedir.

Görüldüğü gibi tek yönlü beslenme sistemi yerine, karışık beslenme sisteminin uygulanması, beslenme yetersizliklerinden doğacak sağlık sorunlarını da ortadan kaldıracaktır.

Aslında yeryüzündeki son derece değişik beslenme tarzlarına insan bedeninin uyum sağlama yeteneği gerçekten şaşırtıcıdır. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, her insanın sindirim sistemi, beslenmesini etkileyen temel etkenlerden biridir.

Her nedenle olursa olsun sindirim sistemi yetersiz birinin beslenme durumu, sindirim sistemi yeterli birinin beslenme durumundan kötüdür. Örneğin, midesi yeterince hidroklorik asit salgılamayan bir hastada mide enzimi pepsin yeteri kadar işlev göremez. Bunun sonucu olarak da tüm sindirim sistemi bozulur.

Sindirim sırasında mide-barsak salgıları, yediğimiz besinleri etkiler. Bundan sonra sıra özümsemeye gelir. Özümseme, sindirilmiş besin parçalarının kan akımına karışması, emilmesi işlemidir. Besinler sindirilip kana karıştıktan sonra sıra, bedenin bunu yeterli kullanıp kullanamadığına gelir.

Bazı bireylerde metabolizma bozuklukları bedenin besini yeterince kullanamamasına sebep olabilir. Öte yandan kimi ilaçlar da temel besinlerin vücutta kötü kullanımına yol açabilir. Örneğin; yüksek tansiyon tedavisinde yararlanılan ilaçlar vücudun B 6 vitaminini kullanmasına engel olmaktadır. Ayrıca bazı besinler, başka besinlerin yeterince emilip kana karışmasını önleyebilmektedir. Örneğin; çay ve kahve, demir ile çinkonun emilip kana karışma yüzdesini azaltmaktadır.

Öyle ki, kahve ve çay tiryakilerinin günlük beslenmede başkalarından daha çok miktarda demir ve çinko almaları gerekir. Bu tip örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sağlıklı bir yaşam için metabolizmanın protein, yağ, karbonhidrat, kalori ve su ile birlikte kırk beş çeşit değişik vitamin, mineral, aminoasit ve temel yağ asitine gereksinimi vardır. İnsanın sağlıklı kalabilmesi için beslenme yolu ile bunları sürekli alması gereklidir. Aksi takdirde herhangi bir besin maddesinin eksikliği insanı hafif rahatsızlıklardan, hastalığa, hatta ölüme kadar götürebilir.

Kısacası, sağlıklı yaşamak için doğru bir beslenme kültürüne sahip olmakta ve bu kültürü benimsemekte sonsuz yararlar vardır.

Greyfurt Zayıflatır mı?

Nedense, bazı bireyler turunçgillerden olan greyfrutu zayıflama ilacı niyetine kullanırlar. Bu bireyler sabahları aç karnına greyfrut suyu içtiklerinde zayıflayacaklarına inanırlar. Yani, ne beslenmenize, ne de fiziksel hareketlerinize dikkat edeceksiniz, rasgele yaşayacaksınız ama sabahları bir bardak greyfrut suyu içip zayıflayacaksınız. Böyle bir şey asla mümkün değildir. Beslenmenize ve fiziksel aktivitenize özen gösterseniz bile greyfrut suyu yağlarınızı eritemeyecek, zayıflamanıza yardımcı olamayacaktır. Nasıl olsun ki?..

Size somut bir örnek verelim. Greyfrut suyunu bir kalıp yağın üstüne dökün ve bir müddet bekleyin. Greyfrut suyunun yağı eritmediğini ve de yağa karışmadığını göreceksiniz. Bu nedenle greyfrut yiyerek veya sabah sabah aç karnına greyfrut suyu içerek vücuttaki fazla kilo atılmaz. Pazardan aldığınız bir adet greyfrutta ortalama yüz iki kalori vardır. Bir greyfrut ortalama iki yüz elli gram gelir. Siz bunca greyfrutu yiyeceksiniz karnınız doyacak, ayrıca yüz iki kalori de alacaksınız; ondan sonra zayıflamayı bekleyeceksiniz. Böyle bir şey olamaz.

Ancak, şimdiye kadar yazdıklarımız gözünüzü korkutmasın. Zannedilmesin ki greyfrut yenilmesine karşıyız. Bizim söylemek istediğimiz, yalnızca greyfrut yenmesinin veya suyunun içilmesinin zayıflamaya bir katkısı olmadığıdır. Yoksa greyfrut yenmesinde tabii ki yararlar vardır. İki yüz elli gram gelen bir greyfrutta tam tamına doksan beş miligram C vitamini vardır. Metabolizmamızın günlük elli-altmış miligram C vitaminine ihtiyacı olduğunu düşünürsek, greyfruttan alınacak doksan beş miligram C vitamini hiç de fena sayılmaz. Ancak, burada şunu da belirtmek gereklidir. Doksan beş miligram C vitamini içeren greyfrut tüketildiğinde, malesef greyfruttaki tüm C vitamininden tam olarak faydalanamıyoruz. Çünkü, doğrarken olan kayıplar, doğranmış olarak bekletilirken olan kayıplar ve metabolizmamızda barsak lümenlerinden emilirken uğradığı kayıplar sonucu, biz bu doksan beş miligramlık C vitamininin, aşağı yukarı yüzde ellisini göz göre göre kaybetmiş oluyoruz. Kayıplardan sonra, arta kalan C vitamini miktarı kırk beş-elli miligramdır ki, bu da metabolizmanın tüm C vitamini ihtiyacını karşılamaya yetmez. Siz de bir buçuk adet greyfrut tüketirsiniz, böylece günlük C vitamini ihtiyacınızı karşılamış olursunuz. Gerçi, yiyeceğiniz diğer besinlerle de alacağınız C vitaminini göz ardı etmemek gerekir.

Dipnot olarak belirtelim, C vitamini depo edilen bir vitamin değildir. Bu nedenle fazla alınan miktar idrar yolu ile atılmaktadır. Gayet tabii ki greyfrutta sadece C vitamini yoktur. Bunun yanı sıra birçok vitamin ve mineral de mevcuttur. Gene iki yüz elli gramlık bir adet greyfrutu ele alıp, içeriğine bir göz atalım. Hemen her meyvede olduğu gibi greyfrutta da potasyum yüksek düzeydedir. İçeriğinde üç yüz kırk miligram potasyum bulunur. Bir bireyin günlük ortalama iki bin-dört bin miligram arası potasyuma ihtiyacı vardır. Çünkü, potasyum birçok bedensel işlevde önemli rol oynamaktadır. Metabolizmanın her hücresinde potasyum bulunur. Potasyum özellikle kalbin, kasların ve sinir sisteminin çalışması için önemlidir. Ayrıca, kandaki normal şeker düzeyinin korunmasında da rol oynamaktadır. Gerçi, bir adet greyfrut tükettiğinizde tüm potasyum ihtiyacınızı karşılayamazsınız ama birkaç tane daha greyfrut veya herhangi başka bir meyve daha yerseniz, günlük potasyum ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz.

Hemen belirtelim, potasyum meyve dışında birçok besinde de mevcuttur. Ayrıca, greyfrutta magnezyum ve kalsiyum da bulunmaktadır. Fakat bunlar günlük ihtiyacı karşılamaya yaklaşacak düzeylerde değillerdir. Turunçgillerden söz açılmışken isterseniz greyfrutu bir de portakal ile karşılaştıralım. Portakal cinsleri içerisinde hemen hemen en irisi ve ince kabuklusu Washington portakaldır. Yani, greyfrutun özelliklerine en yakın olan portakal cinsi budur. Böylece, iki yüz elli gramlık eşit ağırlıktaki portakal ve greyfrutu kıyaslıyabiliriz.

Yukarda bahsettiğimiz gibi greyfrutta yüz iki kalori mevcuttu, buna karşılık aynı gramajdaki portakalda yüz yirmi iki kalori vardır. Bunun yanı sıra greyfrutta doksan beş miligram C vitamini varken, portakalda yüz yirmi beş miligram C vitamini bulunmaktadır. Gene aynı şekilde potasyumu karşılaştıracak olursak, greyfrutta üç yüz kırk miligram potasyum vardı, portakalda beş yüz miligram potasyum mevcuttur. Greyfrut ve portakalda magnezyum içerikleri hemen hemen aynıyken, kalsiyum içerikleri farklıdır. Bu fark portakal lehindedir. Greyfrutta kırk miligram kalsiyum mevcutken, portakalda kalsiyum miktarı yüz iki miligramdır. Şöyle bir bakıldığında portakalın, greyfruttan daha kıymetli bir meyve olduğunu anlamak mümkündür. Ancak, kalori değeri bakımından greyfrut, portakaldan daha düşük değerlerdedir. Zayıflama diyetinde olan bireylerin portakal yerine greyfrutu tercih etmeleri mümkündür. Ancak, bu kalori farklılığı çok fazla olmadığından ille de greyfrutu tercih etmelisiniz dememiz yanlış olur.

Ümit ederiz ki, greyfrutseverleri üzmeden, yeteri kadar aydınlatabilmişizdir. Birey ya da topluluk için sağlıklı olan bir beslenme tarzı, bir başkası için sağlıklı olmayabilir.

Bireylerin vücut kimyası birbirinden farklıdır. Örneğin, çok fazla tuz yemek herkeste yüksek tansiyona yol açmaz. Kimi bireyler çok fazla sigara içmelerine karşın sağlıklı yaşar ve sigarayla ilgisi olmayan bir hastalıktan ölebilirler.

Böbrek taşı oluşturmaya eğilimli bireylerin çok şeker yememesi, beslenme yolu ile bol miktarda lif ve magnezyum alması gerekir. Bunlara dikkat etmezlerse böbrekleri büyük olasılıkla taş yapar. Oysa başkaları buna dikkat etmeseler bile böbrek taşı oluşturmazlar.

Aşılama yaptıralım mı?

Soru:Bebek sahibi olmaya çalışıyoruz, size daha önce de yazmıştım. Rahim filmi çektirmemi tavsiye etmiştiniz. Çektirdim, kanallarım açık. Doktorum bana yumurta büyütmek için ilaç ve iğne verdi. Hamilelik yok ancak kasıklarımda çok ağrım var. Ağrı yüzünden ilişkiye bile giremiyorum. Bu normal bir durum mu? Aşılama mı yaptırayım?

CEVAP
Yumurtlama için verilen ilaç bazen yumurtalıkları aşırı derecede uyarıyor ve birden fazla yumurtanın gelişmesine neden oluyor. Bu durumda da ağrı olabiliyor. Merak etmeyin, birkaç gün sonra geçecektir. Yumurtlama için verilen ilaçlarla ilk kullanıldığı ay gebe kalınacak diye bir kural yok. Bu işlem 2-3 hatta daha fazla kereler denebilir. Telaş etmeyin. Rahim içinde yapışıklık olması en kesin olarak rahim filminde veya rahim içine sokulan bir optik sistemle (Histeroskopi) bakılarak anlaşılabilir.

Mantarın Faydaları

Çok mantar yemek faydalı mıdır?
Mantarın ülkemizde çok fazla tüketimi olmasa bile, genelde sevilen bir sebzedir. Yemeklik mantarın kimyasal yapısına ve ortalama değerlerine baktığımızda, mantarın proteğin içeriğinin diğer sebzelere göre daha fazla olduğunu görürüz. Bu durum da gayet tabii ki mantara bir ayrıcalık getirir. Aynı zamanda mantarlar insanların ihtiyaçları olan bütün elzem aminoasitleri de içermektedir. Et ve tavuğun lazım olan aminoasit puanı 98 iken, mantarınki 89, patatesinki 59, havucunki 31′dir. Genel beslenme değerine göre puan verildiğinde mantardaki gerekli aminoasit değerlerinin, sütteki elzem aminoasit değerlerine yakın olduğu gözlenmektedir.

Gerekli aminoasit içeriği bakımından mantarın zengin oluşu en çok vejetaryenlerin işine yaramaktadır. Bilindiği gibi vejetaryenler yalnızca sebze ve tahıl tükettiklerinden, yani hayvan ürünleri almadıklarından, insan beslenmesinde hayati önem taşıyan elzem aminoasitleri de yeterince alamazlar. Bu durumda mantar bir nebze olsun vejetaryenlerin imdadına koşmaktadır. Ayrıca, mantarda kalsiyum, fosfor, demir, sodyum, potasyum, magnezyum, B1 vitamini, B2 vitamini, Niasin ve C vitamini bulunmaktadır. Mantarda bulunan bu vitamin ve minerallerin değerleri çok yüksek olmasa bile, pek de küçümsenecek düzeylerde değildir. Ancak yapılan araştırmalarda görülmüş ki, C vitamini, yabani türlerinde yani, yenmeyen zehirli türlerinde, kültür türlerine yani, yenebilen türlerine göre daha fazladır. Mantarların yenebilen kültür türlerindeki bu vitamin kayıplarının nedenleri araştırılmış ve sonuçta mantarların marketlerde uzun süre bekletilmesinden dolayı vitaminlerinin kayba uğradığı saptanmıştır. Buradan da anlaşılacağı gibi mantarların taze alınıp, uzun süre bekletilmeden tüketilmesi halinde mantarın hakkı verilmiş olacaktır.

Doğada yaklaşık olarak iki bin kadar yenilebilir mantar türü mevcuttur. Ancak, bunlardan yanlızca yirmi beş tanesinden yararlanılmaktadır. Halk arasında kayın mantarı veya istiridye mantarı diye bilinen şapkalı mantarlar, ağaç gövdesi üzerinde yetişmektedir. Bu mantar türü mutfaklarda en çok tüketilen ve sevilen türdür. Ancak bu mantar türleri çok dayanıksızdır. Dayanıksız olmasının nedeni de çok çabuk kurtlanmasındandır. Kuzu göbeği diye bilinen bir mantar türü daha vardır ki, bu da çok tüketilmektedir. Çayırlarda, otlaklarda ve orman kenarlarında, özellikle nemli iklimlerde yetişir. Mantar yemeği en çok kuzu göbeği dediğimiz mantar türünden yapılmaktadır. Bu mantar türü ülkemizde en çok Bolu yöresinde bulunmaktadır. Bu türü tanımak çok kolaydır. Açık kahverengi ve koyu renkli bal peteği şeklinde şapkası bulunmaktadır. Mantar türleri içinde bu tip şapkayı takan yanlızca kuzu göbeği mantarıdır.

Bunlardan başka, içi kızıl, kanlıca veya melki, tellice gibi halk arasında bilinen ve sevilerek yenen mantarlar vardır. İçi kızıl ve kanlıca mantarları şapkalı mantarlardandır. Bolu, Kastamonu, Zonguldak, Bursa, Balıkesir, Sinop ve Ege bölgesinin birçok yerlerinde bulunmaktadırlar. Özellikle kanlıca mantarının kendine özgü bir kokusu ve aroması vardır. Tellice mantarının ise en belirgin özelliği şapkalı olmamasıdır. Rengi de yetiştiği ortama göre değişiklik göstermektedir. www.kadinlarsitesi.com

Şimdiye kadar yazdıklarımız mantarın hep iyi yönleriydi. Ancak bir de mantarın öteki yüzü var. Mantarın bu öbür yüzü gerçekten korkutucu. Özellikle mantara düşkün olanların içini bir hayli karartacak nitelikte. Dilerseniz, mantarın öbür yüzünü de birlikte inceleyelim. Ormanlarda ve çayırlarda belirli mevsimlerde yetişen çok çeşitli yabani mantar türleri vardır. Bunlar arasında yenilebilen nitelikte olanların yanı sıra çok sayıda zehirli olanlar da mevcuttur. Zehirli mantarların içinde muskarin, atropin, niyosiyanit gibi maddeler bulunur. Bu maddelerin cinsine ve miktarına, yiyen bireylerin bir defada aldığı mantar miktarına ve bireyin vücut yapısının direncine göre zehirlenme olayı üç ile beş saat sonra meydana gelebildiği gibi, birkaç gün sonra da ortaya çıkabilir. Hatta arsenik içeren mantarlarda, bu maddenin karaciğerde zehir etkisi gösterecek doza ulaşana kadar birikmesiyle, kırk ile altmış gün içerisinde kalp krizi yoluyla ölüme neden olan vakalar bile meydana gelmektedir. Çok zehirli mantarların yanı sıra, daha az zehirli ve insana etkisi olmayan mantarlar da vardır. Günümüzde mantarın zehirli olup olmadığını anlamak için en iyisi içindeki maddelerin analizidir. Diğer bir yol ise, mantarın morfolojik olarak yani, şekline, görüntüsüne bakarak çok iyi tanımlanmasıdır. Bu konuda çok iyi yetişmiş uzmanlar vardır. Zehirli mantarların tehlikesi gerçekten çok büyüktür. Tüketilen mantarların içerisinde yalnızca bir tek mantarın zehirli olması bile, bazen tüm aileyi yok edebilir.

Mantarı sıkça tüketiyorsanız ve bu tüketim kültür mantarı değilse lütfen mantarın şu niteliklerine dikkatlice bakınız. Yemeklik mantar, bütün, temiz, sağlıklı, taze görünüşlü, pörsümemiş, yabancı tat ve koku almamış olmalıdır. Kemirici hayvan ve böcek yenikli, hastalık ve parazitten zarar görmüş olmamalıdır. Aşırı nem, kimyasal madde, yabancı madde kalıntıları olmamalı, yıkanmış ise satışa uygun bir biçimde kurutulmuş olmalıdır. Yemeklik mantarlarda sap uzunluğu şapka çapından büyük olmalıdır. Mantar çok ender durumlarda soğukta depolanmaktadır. Alışılmış olan şekli, hasattan sonraki bir gün içerisinde hemen tüketime sunulmasıdır. Taze olarak bekletmede değişik depolama ısıları uygulanmaktadır. Sıfır santigrat derecede dört-beş gün, üç santigrat derecede iki-üç gün, on beş santigrat derecede bir gün depolanabilir. Bu şekilde saklanan mantarlar taze görünüm ve lezzetlerini muhafaza ederler. Ayrıca, mantarlar derin dondurucu dediğimiz dipfrizlerde de saklanabilir. Derin dondurucularda saklama süresi oldukça uzundur. Bu yolla, yaklaşık olarak bir yıl süreyle tazeliğini koruyabilmek mümkündür. Sağlıklı mantar tüketiminde sonsuz yararlar olduğunu bir kez daha yineleyerek yazımızı sonlandıralım. Umarız, mantar sevenleri yeterince aydınlatabilmişizdir.

19 Aralık 2010 Pazar

Yaşlılıkta Beslenme

Her ne kadar yaşlanma bütün insanlarda meydana gelecek kaçınılmaz bir olay ise de, her birey aynı hızla yaşlanma belirtisi göstermez. Hatta tek bir bireyde bile çeşitli vücut dokularının yaşlanma hızı birbirinden farklıdır. Yaşlıların neden özel bir beslenme tipine gereksinimleri vardır?.. Gençler ile yaşlıların beslenmesi neden farklı olmak zorunda?.. Tüm bunları merak ediyorsanız lütfen yazımızı okumaya devam edin.

Yaşlanma ile beş duyumuzda birçok değişiklikler görülür. Özellikle işitme, görme, tat ve koku alma derecelerinde değişiklikler olur. Dilerseniz ilk önce yaşlılıkta işitme kaybının beslenmeyi nasıl etkilediğine bir bakalım. Yaşlılıktaki işitme kaybı yaşlının kişiliğini ve adaptasyon kabiliyetini etkiler. İşitme kaybı olan pek çok yaşlı, umuma açık yerlerde yemek yemekten, sosyal toplantılardan, yemek arkadaşları ile sohbet etmekten kaçınır. Çevresi birçok insanlarla dolu olduğu halde kendini izole edilmiş, yalnız hisseder.

İleri yaşlarda presbyopia dediğimiz, göz merceğinin esnekliğini kaybetmesi sonucu, yakındaki cisimleri net görememe ile belirginleşen görme bozukluğu başlar. Karanlığa adaptasyon yavaşlar. Yaşlılar, gençlerin görebildiği loş ışıkta, objeleri yeterli netlikte göremezler, daha çok ışığa ihtiyaçları vardır. Görmelerindeki bu yetersizlik nedeniyle pek çok yaşlı rahat, huzurlu değildir. Lokanta, kafeterya gibi az aydınlatılmış loş yerlerde yemek yemekte zorluk çekerler. Tad ve koku alma yeteneği yaşlanma ile azalır. Ancak bu durum biraz tartışmalıdır. Çünkü, bazı uzmanlar tad alma duyusunun azalışını yaşlılığın bir parçası olarak görürken, diğer bazı uzmanlar bu azalışın diğer faktörlerden yani, fazla sigara içme veya diğer bazı hastalıklardan ileri geldiğine inanmaktadırlar.

Yaşlılarda dildeki her “papilladaki” tad alma cisimciklerinin sayıları da azalır. İlk azalmaya başlayan tad alma cisimcikleri, tatlı ve tuzlu hissi için olanlardır. Acı ve ekşi hissi için olanlar daha sonra kaybolurlar. Tad alma cisimciklerinin azalışındaki bu sıra, bazı yaşlıların neden bütün gıdaları acı ve ekşi hissettiklerini açıklıyordur sanırız.

Yaşlılarda gıdaların kokularını alabilme de belirgin şekilde azalır. Örneğin, kimi yaşlılar, kahvenin kokusunun uçtuğunu, kahvenin bayatladığını iddia ederler ve yavaş yavaş bu zevklerini de yitirirler.

Eğer yaşlı kişide tad ve koku alma değişikliği oluşmuşsa, bu kişi biberin acı tadını duyar fakat o hoş kokusunu hissedemez. Bu da yaşlıların çeşitli gıdalara ilgisinin gittikçe azalmasına neden olur.

Sindirim kanalında yaşlanma ile meydana gelen aktüel değişiklikler, yaşlanmada birçok beslenme problemlerini de beraberinde getirir. Yaşlıların % 25′inde görülen kronik atrofik gastrit de hazımsızlık yakınmalarına ve birçok gıda çeşidinden kaçınmaya neden olur. Altmış yaşından sonra yeni mide ülseri oluşması nadir ise de, eski mide ülserlerinin nüksü sıklaşır.

İleri yaşlarda kabızlık sıklıkla görülür. Bu durum laksatif alışkanlığına yol açar. Hemoroid yakınmaları artar. Bunların kanaması anemiye sebep olur. Yaşlılar sıklıkla mide veya barsakta aşırı gaz toplanmasından ve bu gaz nedeniyle oluşan karın şişliğinden şikâyet ederler. Bundan dolayı da gaz yaptığına inandıkları besinleri almaktan sakınırlar. Örneğin taze sebze, portakal yemezler ve portakal suyu içmezler. Bu durum ise vitamin ve mineral yetersizliğine neden olabilmektedir.

Yaşlılarda sindirim kanalı dışındaki bazı faktörler de beslenmeyi etkilerler. Kardiyovasküler, romatizmal hastalıklar özel bir diyeti gerektirir. Ayrıca, diş kayıpları da beslenmeyi büyük ölçüde etkilemektedir. Diş kaybı nedeniyle yaşlılar bazı katı ve sert besinleri yemekten kaçınırlar. Yemek yemek sosyal bir olaydır. Yaşlı insan huzur içinde oturabilmeli, güven içinde yemeğini yiyebilmeli, yemekten sonra sohbet edebilmelidir.

Sağlıklı ve kaliteli bir yaşam, en az, yaşam süresinin uzun olması kadar önemlidir. Yaşamın anlamını, değerini veren entelektüellik, fizik güç ve bağımsızlığın devamında, alınan besinlerin miktarından çok kalitesi önemlidir. Besin kalitesinin yetersizliği, hayatı yaşanır hale getiren entelektüellik ve fizik gücün kaybına neden olur. Yeterli ve dengeli bir beslenme yaşlılığın arkadaşı olan kronik dejeneratif hastalıkların ilerlemesini geciktirir, sağlığı ve canlılığı destekler. www.kadinlarsitesi.com

İleri yaşlardaki kişilerde enerji gereksinimi bazal metabolizmanın yavaşlaması, fiziksel aktivitenin azalması ve kas veriminin düşmesi gibi etkenlerle ilişkili olarak yetişkinlikteki enerji gereksinimine göre farklılık gösterir. İleri yaştaki kişilerin enerji alımına esas, vücut ağırlığının dengede tutulmasıdır.

Yaşlıların diyeti uyarıcı olmalıdır. Sindirim salgısının artması sağlanmalıdır. Yaşlılar mukain gibi anti-asit maddeleri kullanmamalıdırlar.

Dilerseniz, yaşlılıkta günlük olarak neyi ne kadar yemek gerekir, bir de ona bakalım.

Günlük ortalama ekmek tüketimi dört dilimi geçmemelidir. Süt ve yoğurt ise günlük yarım kilo veya daha fazla olabilir. Peynir ortalama otuz-kırk gram civarında olmalıdır. Et kemiksiz olarak günlük yüz-yüz yirmi gram olabilir. Sebze dört yüz gram civarında, meyve ise iki yüz gram veya üstü olabilir. Yumurta dört günde bir adet, yemeklik margarin yirmi gram, bitkisel sıvıyağ on beş gram olmalıdır. Günde yirmi beş gram reçel, bal veya marmelat, yirmi gram da şeker alınabilir. Günlük bir gram kuru çaydan fazla çay alınmaması uygundur.

Gayet tabii ki, bu yazdıklarımız özel diyet gerektiren bir hastalığı olmayan kişiler için geçerlidir. Verilen değerler ise ortalama olarak alınmıştır.

Sevgiliye Alınabilecek Hediyeler

Sevgilinize özel günlerde veya içinizden geldiği herhangi bir anda alınabilecek en güzel hediyeler neler olabilir birlikte düşünelim.

* Çok sevimli porselen bardaklar var. Tamamen beyaz görünümlü. Üzerinde hiçbir yazı ya da resim yok. Siz bu bardaklara sevgilinizin resmini, kendi resminizi veya herhangi bir yazıyı kopyalatabiliyorsunuz ve bu yazı ya da resim bardağın içersine bir sıvı konduğu zaman ortaya çıkıyor. Sevgilinize sıradan beyaz porselen bir bardak almış gibi görünüyorsunuz ve sevgiliniz bardağın içine herhangi bir sıcak ya da soğuk sıvı kattığı anda bardağın üstünde birden sizin resminiz ya da birlikte çekilmiş olduğunuz bir resim veya yazdırdığınız güzel bir söz beliriveriyor. Bu bardaklar sihirli bardak ismiyle satılıyor.
* Saat sadece zaman dilimini gösteren bir takı olmaktan çıksın diyorsanız, sevgilinize çok şık bir saat alıp akrep ve yelkovanın olduğu hazneye kendi resminizi ya da birlikte çekilmiş resminizi monte ettirebiliyorsunuz. Böylece saate her baktığında sizin resminizi ya da birlikte çekilmiş resminizi görebilir.
* Sevgiliniz eğer çoğu insan gibi çikolata delisi ise, şimdilerde çikolataların üzerine sevgilinizin ya da kendinizin veya birlikte çekilmiş olduğunuz bir resmi aynen çikolataların üzerine kopyalıyorlar ve çok şık bir hediye oluyor. Güzel bir çikolata kutusunu sevgilinize verdiğinizde sıradan bir çikolata paketi sanıp, kapağını açtığı zaman her bir çikolatanın üzerinde resimlerinizi gördüğünde eminim çok sevinecektir.

Evde diş beyazlatma yöntemleri

Toplum içersinde gülümsediğiniz zaman dişlerinizin sararmış renginden rahatsız oluyorsanız ve bir diş kliniğine gidip diş beyazlatma operasyonları yaptırmaya maddi gücünüz el vermiyorsa ve ya dişçi fobiniz varsa ya da bunun için zamanınız yoksa evde kendi kendinize yapabileceğiniz birkaç diş beyazlatma yöntemlerine birlikte değinelim

•Evinizde bulunan oldukça ucuz olan bir miktar karbonat dişlerinizi anında bembeyaz yapar. Dişlerinizi ıslayarak bir miktar karbonatı işaret parmağınıza koyup diş etlerinize dokunmadan dişlerinizi ovarsanız, bembeyaz dişlere kavuşursunuz

•Sofralarınıza kullandığınız yemek tuzu, diş beyazlatma konusunda karbonat kadar güçlü değildir ama yinede olumlu etki sağlar. Dişlerinizi beyazlatmak için çok az tuz ile diş etlerinize dokunmadan dişlerinizi ovmanız diş beyazlatma için yeterli olacaktır.
•Yine çok az karbonatı çok az sirke ile ıslar ve diş fırçanızın üzerine sürüp, dişlerinizi fırçalarsanız anında beyaz dişlere sahip olursunuz.

7 KETO sayesinde zayıflamak mümkün mü?

Yapılan bir çok bilimsel araştırma kişinin bedeninde zaten bulunması gereken 7 KETO’nun yetersiz olması halinde şişmanlığa sebep olduğu ve kişide aşırı yağlanma görüldüğü tespit edilmiş. Yani vücudunuzda olması gerekenden daha az miktarda 7 KETO maddesi varsa çok kolay ve hızlı bir şekilde kilo alıp şişmanlıyorsunuz. İşte bu noktada vücudunuzda olması gerekenden az olan 7 KETO miktarını dışarıdan alabileceğiniz kapsül 7 KETO ürünleri gözünüze çarpabilir. Kapsül 7 KETO ürününü ve faydalarını, olası zararlarını, yan etkilerini birlikte inceleyelim

7 KETO bitkisel zayıflama hapını Eczacıbaşı Amerika’dan getirmiş ve Summer 7 KETO adı ile piyasaya satışa sunmuş. Nisan 2010 tarihinde satışına başlanılan 7 keto zayıflama hapının kutu fiyatı 80 TL olarak belirlenmiş ve bir kutu 7 keto zayıflama hapının içinde 60 adet kapsül var. Gün içinde 2 tane summer 7 keto zayıflama kapsülü alınması öneriliyor ve doğal olarak da bir kutu 7 keto zayıflama hapı 1 ay da bitiyor.

7 keto zayıflama hapının içeriğini de bulunan maddelere bakacak olursak:

•Yeşil çay: bilirsiniz yeşil çay metabolizmayı hızlandır ve verdiğiniz kiloların tekrar geri alınmasını engeller.
•Oolong çayı: vücuttaki yağ yakımını hızlandırıp aynı zamanda bağırsaklardaki yağ emilimini de azaltmaya fayda sağlar.
•Krom Polinikotinat: Yağ dokusunun azalmasına yardımcı olur
•Yerba Mate: Metabolizmayı hızlandırır
•Eleuthero: Enerji veren yönüyle, yorgunluk ve bitkinlik hissetmezsiniz
•Astragalus: Metabolizmayı hızlandırır ve kilo vermekten kaynaklı stresi ortadan kaldırır
•B vitamin Kompleksi: sinir hücrelerinizi destekler ve enerji üretiminizde fayda sağlar
•C Vitamini: yağ yakımını hızlandırır ve bağırsaklardaki krom emilimini destek verir.

Cilt neden kurur?

Cilt kurumalarının birçok farklı nedenleri vardır. Cilt kuruluğunun sebeplerine değinecek olursa:
•İhtiyoz diye tabir edilen genetik bir hastalık olan cilt kuruluğudur. Doğumsal nedenlerden kaynaklanan bu cilt kuruluğu tipi, genelde doğumdan bir ay sonrasında bacak bölgelerinde görülen pullanma şeklindeki cilt kurulukları ile dikkat çekerler. Aileler bebeklerinin aşırı derecede cilt kuruluğu sorunu yaşamasından şikâyet ederler. Bu durum ergenlik dönemine kadar sürebilmektedir. Çok telaş etmeye gerek olmayan bir cilt kuruluğu olan bu durum, bir dermatolog gözetiminde çocuğa uygun nemlendiriciler verilerek ilerleyen yıllar içinde geçmesi beklenir.

•Bunun yanında kişinin yaşı ilerledikçe cildin kurumalar meydana gelir. Yani vücuttaki su oranı azaldıkça cilt kurumaya başlar. Vücut sus tutma ve yağ salgılama kapasitesi düştükçe cilt kurumaya doğru yol alır. Tabi ki bunların yaşlılığın getirdiği süreçlerdir.
•Diğer bir cilt kuruma sebebi ise alerjik yapılı bünyeye sahip kişilerde ortaya çıkar. Yani egzama, saman nezlesi, astımı olan kişilerde cilt kuruluğu görülür. Çünkü bu tür hastalığı olan kişilerde vücut yağ üretimi yapamaz ve ciltleri kurur.

•Cilt neden kuru sorusunun bir diğer cevabı ise kişinin bir takım ilaçlar kullanmasından kaynaklanabilir. Örneğin kolesterolü yüksek olan kişilerin kullandıkları kolesterol düşürücü haplar, tansiyon hastalarının kullandığı tansiyon hapları da cilt kuruluğu yapabilmektedir.

•Bunların yanında kişilerin gün içinde kullandıkları kozmetik ürünler de cildi kurutur. Kişinin gün içinde 2 defadan fazla banyo yapması, sık sık sabun kullanması, çok sert keseler kullanması, banyo çıkışından nemlendirici kremler kullanılmaması cilt kurumalarının sebepleri arasındadır.

11 Aralık 2010 Cumartesi

Yılbaşı Kurabiyeleri Tarifi

Malzemeler

200 gr margarin, 200 gr pudra şekeri, 3 adet yumurta, 12 gr kabartma tozu, 400 gr un, 5 gr tuz, 50 mi süt.
Sosu için:
20 ml süt, 100 gr pudra şekeri

Hazırlanışı

Margarini ve şekeri iyice karışana kadar yoğurun. Sonra yumurtayı ekleyerek çırpın Una kabartma tozu ve tuzu ilave edin ve karıştırın. Son olarak sütü ekleyip buzdolabında 30 dakika dinlenmeye bırakın. Daha sonra hamura şekil vererek yağlanmış fırın tepsisine dizin. 180 derece ısıdaki fırında yaklaşık 10 dakika, üzeri kızarıncaya kadar pişirin. Kurabiyeler piştikten hemen sonra pudra şekeri ve süte hatırın ve servis edin.

Kaynak: Yılbaşı Kurabiyeleri Tarifi, Yılbaşı Kurabiyeleri nasıl yapılır

Elmalı Kek nasıl yapılır

Malzemeler

(4 kişilik)

175 g margarin
2 adet elma
1 su bardağından az şeker
2 su bardağı un
4 adet yumurta
½ paket kabartma tozu
1 paket vanilya şekeri
2 limon
4 kaşık pudra şeker

Hazırlanışı

Fırınınızı 175 dereceye getirip ısıtın. Elmaları rendeleyin. Margarin'i eritin. Yumurtaları bir kapta mikserle 2 dakika çırpın, içine şekeri ve vanilya şekerini ilave edip çırpmaya devam edin, erittiğiniz margarin'i çırparak karşıma ekleyin. Kabartma tozu katılmış unu karışıma yavaş yavaş yedirin, akıcı kıvama gelen hamuru rendelenmiş elmayla karıştırın, dikdörtgen kek kalıbına boşaltın, 175 derecede 50 dk. fırınlayın. 2 limonu sıkın, içinde 4 kaşık pudra şekeri eritin, fırından çıkan kekin üzerine sürerek soğuk servis yapın.

Kaynak: Elmalı Kek tarifi, Elmalı Kek nasıl yapılır

Yalancı Tavuk göğsü tarifi

Malzemeler
(4 kişilik)


150 g margarin
3 fincan un
1 kg süt
1 paket vanilya
2 su bardağı tozşeker
1 paket dövülmüş damlasakızı
Tarçın

Hazırlanışı

Yanmaz tencereye margarini koyup kısık ateşte un ve şeker ekleyerek tahta kaşıkla kavurun. Sütü de ilave edip kaynayıncaya kadar karıştırın ve ateşten alın. Derin bir kaseye boşaltıp üstüne vanilya ve damlasakızı koyup mikserle 10-15 dakika çırpın. Cam bir tepsiye koyarak buzdolabında 3-4 saat bekletin. Dolaptan çıkarınca tarçın ile süsleyip servis yapın. Afiyet olsun.

Kaynak: Yalancı Tavuk göğsü tarifi, Yalancı Tavuk göğsü nasıl yapılır

Zeytinyağlı Bamya nasıl yapılır

Zeytinyağlı bamya nasıl yapılır?

6-7 kişilik
5 dakika
30 dakika orta ateşte

Malzemeler

Bamya (1 kg),
Soğan (2 adet),
Domates (2 adet),
Havuç (1 adet),
Sarı Biber (1 adet),
Kırmızı Biber (1 adet),
Sarımsak (3 diş),